17 Kasım 2015 Salı

Nahit MENTEŞE; Menderes, Demirel için ‘Bu genç, yarının başbakanı’ demiş..

Menderes, Demirel için ‘Bu genç, yarının başbakanı’ demiş!..
03 Ekim 2015, Cumartesi
Eski bakanlardan Nahit Menteşe, dâvâ arkadaşı merhum Demirel’i anlattı:
Eski İstanbul Belediye Reisi Kemal Aygün anlatmıştı: Bir baraj açılışında Su İşleri Genel Müdürü olarak konuşan Demirel'i dinlerken Menderes “Bu gence dikkat edin, Türkiye’yi âdeta cebinin içine koymuş, yarının bakanı, başbakanıdır” dedi.
Nahit Menteşe
Nahit Menteşe, 1932 yılında Milas’ta doğdu. İlkokul ve ortaokulu Milas’ta okudu. Lise öğrenimini Aydın Lisesi’nde, yüksek öğrenimini İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde yaptı. Öğrenciliği sırasında çeşitli derneklerin yöneticiliğini yapan Nahit Menteşe, İstanbul’da bulunan Aydın Yüksek Talebe Derneği’nin başkanlığını yaptı.
Aydın’daki avukatlığı sırasında siyasî çalışmalara katılan Menteşe, İl Genel Meclisi üyeliği ve İl Daimî Encümen üyeliği görevlerini yürüttü. Kızılay, Türk Hava Kurumu, Çocuk Esirgeme Kurumu, Aydın Spor Kulübü gibi çeşitli sosyal kuruluşların başkanlığı ve yöneticiliğinde bulundu. 1965 yılında yapılan milletvekilliği seçimlerinde adaylığını koyan Nahit Menteşe, seçimi kazanıp Aydın milletvekili olarak Meclis’e girdi. 1969, 1973, 1977, 1991 ve 1995 yıllarında yapılan seçimleri de kazanıp Aydın’dan milletvekili seçildi. 
Demirel’in Başbakanlığındaki Adalet Partisi hükûmetlerinde Gümrük ve Tekel Bakanı (1968), Ulaştırma Bakanı (1969–1970), Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı (1971), Ulaştırma Bakanı (1975–1977), Turizm ve Tanıtma Bakanı (1977), iki kez peşpeşe (1977–1978 ile 1993) Millî Eğitim Bakanı oldu. Doğru Yol Partisi’nde Çiller hükûmetlerinde İçişleri Bakanlığı ile (1993–1996) Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı (1996) olarak görev yapan Menteşe, 1963’te Adalet Partisi Aydın İl Başkanlığı’ndan itibaren siyasî hayatı boyunca hep Demirel’in yanında, yakın dostu olarak yer aldı. Darbe ve ara dönemlerde diğer dâvâ arkadaşları gibi Demirel’le birlikte demokrasi mücadelesini yaptı, DP-AP-DYP misyonunun ve Demirel’in demokratik direnç ve duruşuna şâhid oldu.
MENDERES, “BU GENÇ, TÜRKİYE’Yİ ÂDETA CEBİNE KOYMUŞ”
Merhum Demirel’le siyasî hayatının başından beri beraberdiniz. Sayın Demirel’in demokratik mücadelesi ve hizmetleri hakkında hâtıralarınızı anlatır mısınız?
Önce şunu anlatayım. Eski İstanbul Belediye Reisi ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nden Kemal Aygün bana nakletmişti. Ulaştırma Bakanıydım; Kemal Beyi Türk Hava Yolları Genel İdarî Meclisi Başkanı yapmıştım. Onun için zaman zaman buluşuyorduk İstanbul’da. 
Bir gün bana şu hâtırasını anlattı: “Ben Belediye Reisi idim. Trakya’da bir baraj açılışı vardı. Rahmetli Başbakan Menderes, beni de dâvet etti ve gittik. Demirel o zaman Devlet Su İşleri Genel Müdürü’ydü, barajın açılışında konuşuyor, anlatıyordu. Bunun üzerine sol elini sağdaki cebine koyarak konuşan merhum Menderes orada bulunanlara Demirel’in bilgisine ve vukufiyetine dikkat çekerek dedi ki, “Bu gence dikkat edin, iyi dinleyin; bakın Türkiye’yi âdeta cebinin içine koymuş, yarının bakanıdır, yarının başbakanıdır…” 
Demirel, Türkiye’yi avucunun içi kadar çok iyi bilirdi. Rahmetli Menderes engin öngörüsü ve ferâsetiyle buna dikkat çekiyor… 
DEMİREL’İN 
12 MART MUHTIRASINA 
KARŞI DURUŞU
Demirel’le beraber darbelere, muhtıralara mâruz kaldınız. 12 Mart Muhtırasında Adalet Partisi kabinesindeydiniz. Demirel’in demokratik duruşuna dair şâhid olduğunuz hâdiselerden aktarır mısınız?
O zaman Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı idim. Muhtıraya karşı Demirel oldukça tepki gösterdi. Bakanlar Kurulu’nu topladı. Muhtırada hükûmetin istifası istenirken aynı zamanda  “Reformlar yapılmazsa Parlamentoyu kapatırız” deniliyordu. Demirel “muhtıra”yı asla kabul etmiyordu. Müzâkere edilmesine bile asla yanaşmak istemiyordu…
Bakanlar Kurulu toplantısında saatlerce müzâkere edildi. Demirel katiyen istifa etmek istemiyordu, uzun süre diretti, ama sonuçta arkadaşların önerisine uymak durumunda kaldı. 
Zira muhtırada hükûmetin istifası isteniyor, istifa etmediği takdirde Silâhlı Kuvvetler’in Meclis’e el koyacağı açıkça dayatılmıştı, tehdit ve şantajda bulunulmuştu. Bunun için neticede “hiç olmazsa Meclis’i açık tutalım, mücadelemize öyle devam edelim” görüşüne varıldı.
Yani öyle insafsızca söylendiği gibi Demirel “şapkasını alıp gitmedi.” Demirel istişârenin kararına uydu. Zira muhtırada “şunları, şunları yapacaksınız, aksi takdire gereği yapılacak, devrileceksiniz!” diyor. Demirel, parlamentoyu açık tutmak için arkadaşların ısrarı ve ricasıyla istifayı kabul etti. Ve hükûmetin istifa açıklamasında, “Muhtıra’nın Anayasa ve hukuk devleti ile bağdaştıramadığı, aykırı olduğu” açık bir şekilde belirtildi. 
Demirel, Adalet Bakanı Hasan Dinçer’e muhtıraya karşı çok sert bir açıklama yazdırdı. Açıklamayı eski yazı Osmanlıca ile kaleme alan rahmetli Dinçer, açıklamayı biraz yumuşattı. Askerlere “Bu yaptığınız Anayasa’ya aykırıdır” demek o günkü şartlarda meseleydi.
Ama Demirel muhtıracılara, “Sizin yaptığınız Anayasa ve hukuk devleti ile bağdaşmıyor” demeyi sürdürdü. O günkü ortamda bu sözler, “şapkasını aldı gitti” iddialarının tam tersine büyük bir mücadeleydi. Demirel darbelere karşı büyük mücadele verdi…
Aslında Demirel, siyasî hayatı boyunca hiçbir zaman tâviz verme taraftarı olmamıştır. Öyle “şapkayı alıp gitmek” değil, merttir; çıkışlarında da çok serttir. Meselâ darbe yapma hazırlığı yapan Cemal Tural’a karşı da Demirel gene Bakanlar Kurulu’nu topladı, Cemal Tural’ın Genelkurmay Başkanlığı’ndan alınması kararını verdik, Cemal Tural görevden alındı. Yani Demirel, “şapkasını alıp gitmek” değil, hep mücadele etmiştir. 
Nitekim 12 Eylül’den önce verilen 27 Aralık 1979 “muhtıra - mektubu”nda da Bakanlar Kurulu hep toplantı halinde idi. Demirel komuta kademesinin görevden alınması ile ilgili Cumhurbaşkanı ile devamlı görüşüyordu. Ancak Cumhurbaşkanı kararnâmeyi imzalamadı… 
12 EYLÜL DARBESİ ÖNCESİ 30 AĞUSTOS’TA ASKERLERİN TAVRI
12 Eylül darbesi öncesinde nelerle karşılaştınız? Darbeye dair duyum ve tesbitleriniz nelerdir?
Başbakan Sayın Demirel’le devamlı bazı arkadaşlarla birlikte sürekli istişâre ederdik. 12 Eylül öncesinde Genelkurmay’da 30 Ağustos (1980) Bayramının bayramlaşması vardı. -Esasında o da bir garip bayramlaşmadır. Askerler duracak, tayin ettiğiniz Genel Kurmay Başkanı’yla, tayin ettiğiniz komutanla gidip bayramlaşıyorsunuz, tebrik ediyorsunuz!-
Demirel’le törene gittik. Evren o zaman Genelkurmay Başkanı. Evren’in ve kuvvet komutanlarının tavrını hiç beğenmedim, beğenmedik. Ardından Demirel’e dedim ki, “Efendim, bunların size öyle bir bakışı vardı ki, darbe yapacaklar gâliba.”
Bayramlaşmadaki tavırdan sonra “Sayın Demirel, Sayın Necmettin Cevheri ile birlikte gelin değerlendirelim” dedi. Duyumlarımız da olmuştu. Bunlar darbeye hazırlanıyorlardı. 
Nitekim o dönemde Evren’in Amerika’dan getirtip Genelkurmay İkinci Başkanı yaptığı paşa, bir gün Kocaeli’ne gitmiş. Biz de Demirel ile birlikte Meclis’teydik. Bana bir telefon geldi. Arayan eski bir milletvekiliydi. “Kumanda zinciri kuruldu, yanımda bir tümgeneral var” dedi. Bunu Demirel’e ifâde ettim. “Tamam, sen onu tâkip etmeye devam et, irtibatını koru” dedi. Tabi biz de bekliyoruz artık…
Hemen hemen her gün aldığımız istihbaratı Sayın Demirel’le değerlendiriyorduk. Ancak önlenemedi…
RÖPORTAJ: CEVHER İLHAN  -  MEHMET KARA  -  MELİH TEKİN

İçişleri (E) Bakanı ve Aydın Milletvekili Nahit MENTEŞE ile Röportaj

İhsan Sabri Çağlayangil’den Kenan Evren’e: Darbe mi yapacaksınız? 
Cevap: Ne darbesi?
04 Ekim 2015, Pazar, Yeni Asya
Menteşe: Cumhurbaşkanı Vekili Çağlayangil, direkt söze girerek Evren’e “Paşa darbe mi yapacaksınız?!” diye gayet açık sormuş. Evren tebessümle “Yok ne darbesi, darbe mi olur?” diye cevap vermiş. Ama ben artık “Darbe var” dedim.
Eski bakanlardan Nahit Menteşe, dâvâ arkadaşı merhum Demirel’i anlattı:
“PAŞA, DARBE Mİ YAPACAKSINIZ?!”
Ben o tarihte Bakanlar Kurulu’nda değildim. Partinin Genel Sekreteriydim. Bu arada Dışişleri Bakanı Hayrettin Erkmen’i gensoru ile MSP’nin CHP’ye desteğiyle düşürdüler. Bu arada Maliye Bakanı İsmet Sezgin, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Esat Kıratlıoğlu hakkında da gensoru var, onu önlemeye çalıştık. MSP’li bazı milletvekilleri ile görüştük, konuştuk…
Sonra bakıyoruz, Kızılay’da bombalar patlıyor. Söke’den bir grup gelmişti, Millî Eğitim’e onların taleplerini yerine getirmek üzere göndermek istedim. “Aman, biz gidemeyiz” dediler. Genel Müdür Yardımcısına telefon ettim, çağırttım, “Gelemeyiz, çünkü arabalarımız bağlı!” dedi. Çünkü her tarafta bomba olayı vardı. Her tarafa bombalar konulmuştu. Ben onun üzerine bir araba gönderdim, aldırdım Genel Müdür Yardımcısını…
Bakanlar Kurulu toplantı halindeydi. Ben öncesinde Sayın Demirel’e telefon ettim, “Esat Beyle İsmet Beyi kurtaracağız, ama galiba devleti kurtaramayacağız” dedim. Demirel, bunun üzerine “Nahit, ben konunun üzerindeyim. Biraz sonra Cumhurbaşkanı Vekili İhsan Sabri Çağlayangil, o zâtla (Genelkurmay Başkanı Evren’le) görüşecek. Sen ayrılma Cevheri ile Bilgiç’i bul, konuta gelin” dedi… 
Konuta gittiğimde Sayın Demirel, Ekrem Ceyhun’la gidecekleri Adana programını yapıyordu. Dışişleri Genel Sekreteri var. Dışişleri Vekili Ekrem Ceyhun’du. Demirel, “Çağlayangil o zât’la görüştü, Sen Köşk’e gidip Çağlayangil ile görüş” dedi. Sayın Çağlayangil’den randevu alıp gittim. Çağlayangil Evren’le görüşmüş; “Fakat hiç renk vermedi” dedi. Hatta Çağlayangil, direkt söze girerek “Paşa darbe mi yapacaksınız?!” diye gâyet açık sormuş. Evren tebessümle “Yok ne darbesi, darbe mi olur” diye cevap vermiş. Ama ben artık “darbe var” dedim. 
Oradan ayrıldım eve geldim. Darbeden bir gün önce idi. Kızım o zaman İngilizce öğretmenliğini yeni bitirmiş, Tâlim Terbiye’de idi. “Baba Tâlim Terbiye’de ‘Yarın darbe olacak’ diye dedikodu var” dedi. Daha önce hep itiraz ettiğim halde, o zaman “olabilir” demişim. Halbuki daha evvel söylediğinde hem itiraz edermişim… 
12 EYLÜL SABAHI DEMİREL’İN TAVRI ÇOK TEPKİLİ VE SERTTİ
Daha önceki bir görüşmemizde belirtmiştiniz. 12 Eylül gecesi-sabahı darbeyi Demirel’e iletmek üzere Genelkurmay’dan sizi çağırmışlar. Bu nasıl oldu, Demirel’in o zamanki tavrı nasıldı? 
Darbe gecesi daha evvel tanıştığımız, âilecek görüştüğümüz bir general vardı. Gece “Ne oluyor?” diye onu aradık. Ancak eşi generalin Genelkurmay’da olduğunu söyledi. ‘Gece bu adamın Genelkurmay’da ne işi var’ diye düşündüm ve ‘tamam bu iş bitmiş’ dedik…
Ertesi sabah saat 04 sıralarında bir telefon geldi. Ankara Sıkıyönetim Komutanlığından arıyorlardı. Beni Genelkurmay’a dâvet ettiler. “Bir general ve bir albay sizi almaya gelecek, aman sakın kendiliğinizden dışarı çıkmayın, yollar tutulmuş” dediler.
Biz beklerken, koruma polisleri de haber almışlar, alıp götürülürüz endişesiyle yukarıya çıkmışlar. Biri havacı, biri karacı iki albay, “Sizi Tuzman Paşa Genelkurmay’a dâvet ediyor” dediler. Eşim, “Buyurun çay için” dedi, teşekkür ettiler ve onlarla beraber Genelkurmay’a gittik. Genelkurmay’ın etrafında süngü takmış askerler vardı.  
Tuzman Paşa’nın odasına çıkardılar. Tuzman Paşa, “ihtilâl bildirisi”ni bana verip bunu Demirel’e ulaştırmamı istedi. Sonra beraber Genelkurmay’dan Demirel’in Güniz Sokak’taki evine gittik. Demirel ve âilesi sabah 5’de ayaktaydı. Kardeşi Şevket Bey de haber alıp İstanbul’dan gelmiş. 
O “bildiri”de Demirel’in Gelibolu-Hamzakoy’da muhâfaza edileceği yazılıyordu. Demirel bunu görünce “Demek ki, bizi Nâmık Kemal’in menfasına gönderiyorlar” dedi. Malûmunuz Nâmık Kemal oraya sürgün edilmişti. Nazmiye Hanımın da gitmesini sorduk, “Gayet tabi” dediler, ama Nazmiye Hanım tepki gösterdiği için gelmek istemiyordu. Ben dedim ki ‘Madem bu imkânı veriyorlar, neden yalnız bırakacaksınız.’ Sonra yukarı çıkıp hazırlıklarını yaptılar. Bu sırada da onu almaya gelen albaylar da konutun önündeki polis kulübesinde beklediler.
Beraberce -orada uğurlamaya gelenlerden sadece ben vardım- Etimesgut Askerî Havaalanına gittik, oradan uğurladık. Bu arada Erbakan’ı İzmir’e, Ecevit ve Demirel’i de Gelibolu’ya götüreceklerini söylediler. 
12 Eylül sabahı Demirel çok sert ve tepkiliydi. Hatta TRT mensupları gelip görüş almak istediler. Demirel’in elinde pardösü vardı, attı, “Hayır kardeşim!” diye gayet sert bir şekilde reddetti. Rahmetli Ecevit askerlere karşı gayet yumuşak davranıyordu. Demirel’in tavrı çok farklıydı… 
DEMİREL, HEP İSTİŞÂRE EDERDİ…
Uzun yıllar Demirel’in kabinesinde ve parti yönetiminde beraber yakın çalıştınız. Demirel’in kamuoyunca pek bilinmeyen özelliklerinden nakleder misiniz?
Demirel, bütün işlerinde ve çalışmalarında her zaman istişâreye çok önem verirdi. Herkesin fikirlerini alırdı.
Rahmetli Ragıp Gümüşpala vefat edince (1963’te),“Kim yerine genel başkan olacak?” tartışması başladı. Ben o zaman Adalet Partisi Aydın İl Başkanı idim. İl Başkanlarını Aydın’da topladım. İzmir İl Başkanı Mehmet Karaoğlu o zaman Saadettin Bilgiç’i istiyor, pek Demirel taraftarı değil, fakat taban Demirel’i istiyordu. Bilgiç il başkanlarından hep yazı almış, yalnız Bursa İl Başkanı Kâmil Tolon ve Muğla İl Başkanı benim yanımda yer aldılar. Fakat parti kamuoyu hep Demirel diyordu.
Arkadaşların biraz ayakları yere değdi; ama yine de “burada karar vermeyelim, Ankara’da karar verelim” dediler. Akşam il başkanlarına yemek verdim, çıkarken Hürriyet gazetesi muhabiri, “Efendim, Aydın toplantısından Demirel çıktı’ diyebilir miyiz?” diye sordu, “Deyin” dedim. Ertesi gün Hürriyet’ten sür manşet “Aydın toplantısından Demirel çıktı” atıldı.
Ondan sonra Demirel beni aradı. Benim o zaman ev telefonum 1515’ti, büro 1791’di. “Nâhit, 1515’te ve 1795’de arıyorum, sana ulaşamadım, Ankara’ya gelir misin?” dedi. Ankara’ya gittim. Ve Demirel’in etrafında yer aldık. Kongre’ye gittik. -Talât Asal kongre başkanı, ben de ikinci başkanı oldum. Ve Demirel o kongrede ezerek seçildi. Demirel’in ilk genel başkanlığı öyle oldu. İşte o gün bugündür siyasette Demirel’le hep beraber olduk…
Demirel’in bir vasfı çok istişâre ederdi. Demirel’de dikte ettirme yoktu. Arkadaşlarıyla meseleleri konuşur, danışır, günü – gündemi değerlendirirdi. Türkiye’nin, dünyanın meselelerini konuşurdu. 
Meselâ sabah saat sekizde arar, “Nâhit giyinik misin?” diye sorar, giyinik olmazsam bile “Giyiniğim” derdim; “Hemen gel” der, araba gönderir, evine giderdik; istişâre eder, bazı şeyleri kararlaştırırdık. Çok güvenirdi. Çoğu zaman bir takım görüşmeler yapmak üzere saat 24’te randevu verir, sabahın saat 6’sında ancak evinden çıkardık…
“PARTİNİN ADI ‘SIRAT-I MÛSTAKİM / DOĞRU YOL’ OLSUN’ DEDİ”
Mâlûm 12 Eylül darbesiyle Adalet Partisi kapatıldı. Ardından kurulan Büyük Türkiye Partisi de ihtilâl konseyince kapatıldı. Zincirbozan’a sürgüne giderken yolda Doğru Yol Partisi’nin kurulmasına karar verilmesi var. DYP’nin kuruluş kararı ve ismini anlatır mısınız?     
31 Mayıs 1980’de bizi aradılar, Millî Güvenlik Konseyi’nin 79 sayılı kararıyla 2 Haziran’da Çanakkale Sıkıyönetim Komutanlığı’na -Zincirbozan’a- teslim olmak üzere çağrıldık. Demirel gece saat 24’te aradı. “Sabah saat 4’te bizim evde hareket edelim” dedi.
Önce kendi arabasına bindik. 5-10 kilometre gittikten sonra Sayın Necmettin Cevheri’nin kendi kullandığı kırmızı Mercedes arabasına geçtik. Demirel’in yanı sıra, ben ve rahmetli Saadettin Bilgiç de arabadaydık. Daha sonra sayın İsmet Sezgin de bindi. Esas Zincirbozan’da kalacak Demirel, Bilgiç ve bendim. Merhum İhsan Sabri Çağlayangil, Avrupa’da, Moskova’da idi, döndükten sonra onu da hemen getirdiler. 
Bilindiği gibi askerî yönetim, partileri ve Adalet Partisi’ni kapatmış, yöneticilerine on sene yasak getirmişti. Demirel, onun yerine bir parti kurulmasını istiyordu. İşte Demirel Zincirbozan yolunda arabada giderken konuyu açtı; partinin ismi için herkes bir şey söyledi. Adı “Millî İrâde Partisi” olsun denildi. Demirel, “Bu ismi halkımız rahat telâffuz edemez” deyip, en son “Sırat-ı Mûstakim / Doğru Yol Partisi” ismini teklif etti. Demirel konuşturur – konuşturur, sonra kendisi söylerdi.
Zincirbozan’a vardık. Ertesi gün sabah erken kalktım; kapıdan içeriye doğru, düz bir hat vardı. “Nâhit düşündün mü?” diye sordu. “Efendim, bu Doğru Yol ismini benimsedim” dedim. Yani Doğru Yol ismini Demirel koydu. 
Daha sonra birkaç günde bir, bize gidip gelen, bizi ziyaret eden Demirel’in Teknik Üniversite’deki sınıf arkadaşı ağabeyim Orhan Menteşe’ye not ettirip haber yolladı. Böylece kurulan partinin adı Doğru Yol Partisi oldu ve esasen Zincirbozan yolunda karar verildi…
ZİNCİRBOZAN KONFERANSLARI VE MÜZÂKERELERİ
Zincirbozan’da Demirel’in bizzat öneri ve yönlendirmesiyle ülke meselelerine dair konferanslardan, müzâkerelerden bahsedilir. Bu nasıl oluyordu?     
Zincirbozan’da dört ay bir gün kaldık. Orada Adalet Partisi’nden dokuz, CHP’den de 7 kişi idik. Demirel, “Burada boş durmayacağız” dedi. Herkese bir gündem veriyordu. Ülkenin meseleleri, problemleri hakkında, meselâ “Türkiye’nin dış politikası”, “Türkiye’nin kalkınması”, “ekonomi”, “sanayileşme” ve sair; ya da “Japonya’nın kalkınması nasıl oldu?” benzeri konular dağıtıyordu. 
Konuyu alan arkadaşımız hazırlanıyor, konuşuyor, bir konferans olarak sunuyor, daha sonra konunun müzâkeresi açılıyor, katılımcılar görüşlerini açıklıyorlardı. Konferans iki-üç saat sürüyordu. Bir de sıkıyönetim komutanlığına haber verdik, dâvet ettik. Komutan geliyor seminerlere katılıyordu, dinliyordu…
Bir gün yürüyüş yapıyorduk. Yürüyüş sırasında kapıya yaklaşırken -bize nezâret eden- komutan -bazen yarbay ya da albay- geldi; “Efendim, buradan geçmeyin, şuradan geçin!” dedi. Ben de “Biz burada yürüyüş yapacağız” dedim. Bunun üzerine, giriş kapısına yaklaştırmayıp dönen bir çizgi-hat koydular, “Burada yürüyüş yapacaksınız!” dediler. Sonra rahmetli Çağlayangil o hatta, Kıbrıs’ta Rumlarla Türkler arasındaki “Okasa Hattı” ismini verdi. 
Demirel’le çok değerli, çok anlamlı anılarımız var. Geniş ufkuyla Türkiye meselelerini, dünya meselelerini çok iyi bilirdi. Çok akıllı, zeki, hâfızası güçlü idi. Çok istişare ederdi. 
Allah gani gani rahmet eylesin...
RÖPORTAJ: CEVHER İLHAN  -  MEHMET KARA  -  MELİH TEKİN